Behçet Necatigil’in hayatının küçük bir bölümü sinema filmine konu oldu

34 yıl önce vefat eden şair-yazar Behçet Necatigil’in hayatının küçük bir bölümü sinema filmine konu oldu.
Behçet Necatigil’in hayatının küçük bir bölümü sinema filmine konu oldu


Cuma günü gösterime giren Kelebeğin Rüyası, Zonguldaklı genç şairler Muzaffer Tayyip Uslu (Kıvanç Tatlıtuğ) ve Rüştü Onur’un (Mert Fırat) gerçek yaşam öyküsünü anlatsa da onların fikir dünyasını etkileyen ve ‘hoca’ diye hitap ettikleri Behçet Necatigil’i (Yılmaz Erdoğan), güçlü bir karakter olarak karşımıza çıkarıyor. Şairlerin hangi halet-i ruhiye ile şiir yazdıklarını, yokluğa, hastalığa rağmen şiire tutunmanın heyecanını, en çok da taşrada şair olmanın ne zor olduğunu hissettiğimiz filmde, ‘hoca’nın genç edebiyatçılara kol kanat germesine tanık oluyoruz.   

    Necatigil, 1941 yılında tayin olduğu Zonguldak Çelikel Lisesi’nde üç yıl edebiyat öğretmenliği yaptı. O dönemde yayımlanan Ocak gazetesi, Kara Elmas dergisi ve Değirmen mecmuasında, Uslu ve Onur ile birlikte şiirlerinin yayımlandığını mektuplarında yazıyor. Dostlarına, iki gençten övgüyle bahsediyor.

    Necatigil vefat ettiğinde büyük kızı Selma 27, küçük kızı Ayşe 21 yaşındaydı ve halen anneleri Huriye Necatigil’in (92) yaşadığı Beşiktaş Nüzhetiye Caddesi’ndeki Deniz Apartmanı’nda ikamet ediyorlardı. Ve bu evin edebiyata, şiire gönül veren pek çok geleni gideni vardı. Bu vesileyle yazarın kızlarına o günleri ve filmle ilgili düşüncelerini sorduk.

Kelebeğin Rüyası filmindeki Behçet Necatigil portresini nasıl buldunuz?

Ayşe Sarısayın: Filmdeki “hoca” karakteri elbette ki Necatigil’den esinlenerek yaratılmış, ancak görüntü olarak Necatigil’e benzeyip benzememesi belirleyici değildi bizce. Babam Zonguldak Çelikel Lisesi’nde öğretmenlik yaptığı yıllarda çok genç henüz, yirmili yaşlarında. Yılmaz Erdoğan’la da görüşmüştük çekimler sürerken, Necatigil’e benzemek zorunda olmadığı konusunda aynı düşüncedeydik sanırım. Babam bu filmdeki karakterlerden biri olmakla birlikte, bir sembol aslında. Şiir sevdalısı gençlere yol gösteren, onları korumaya çalışan bir şair-öğretmen.

Selma Necatigil: Genç şairlerin ‘hoca’yla bazı diyalogları, hoş espriler ve inceliklerle dolu. Nasıl ki bazı şiirlerin alt okumaları, belli birikimler ve emek istiyorsa okurdan, bu diyaloglar da öyle. Şairler ve şiirler üzerine örülmüş bir filmin, şiir gibi olması kaçınılmaz galiba...

Senaryo yazımı ve çekim aşamasında ne tür katkılarınız oldu?
Selma Necatigil: Yılmaz Erdoğan ve ekibiyle birkaç kez görüştük. Her iki şairin de hayatı, döneme ilişkin tüm detaylar yıllardır araştırılmış ve senaryo yazılmıştı, katkımız yalnızca Necatigil’in bazı fotoğraflarını, ses ve görüntü kayıtlarını iletmek şeklinde.
    Muzaffer Tayyip Uslu ve Rüştü Onur, yabancı olmadığımız isimlerdi, babamın Zonguldak yıllarında öğrencisi olduklarını ve onları önemsediğini biliyorduk. Bazı mektuplarında adları geçiyor. Yakın dostu Tahir Alangu’ya Zonguldak’tan yazdığı 14.4.1942 tarihli mektupta şöyle söz ediyor bu gençlerden: “Buralı iki genç -henüz liseyi bitirmemiş şairle birlikte, gazetede de göreceksin ya, üç şiir (Her üçü de henüz hiçbir mecmuada çıkmamıştır. Yeni Zonguldak’a bahşettik bu şerefi!) çıkarıyoruz.”
Ayşe Sarısayın: Zonguldak yılları, babam açısından da önemli olmalı ki, bir röportajında değinmiş o döneme: “Kanaatimce asıl açılmaya, asıl kendi sesimi duyurmaya Kars (1941) ve Zonguldak (1942-1943) liselerindeki öğretmenliğim esnasında başladım. Hele Zonguldak’a tayinim, çok isabetli oldu. Kastettiğiniz mânâda muhiti orada buldum. Pek genç yaşta ölümleri şiir hayatımız için cidden büyük bir kayıp olan Rüştü Onur, Muzaffer Tayyip Uslu gibi iki kuvvetli şairle birlikte çalıştık. Zonguldak’ta çıkan Ocak gazetesinde, Kara Elmas dergisinde ve Değirmen (İstanbul) mecmuasında beraberce şiirler, yazılar yayımladık.”
Beşiktaş’taki eviniz genç şairlerin uğrak yeri miydi?
Ayşe Sarısayın: Gelip gidenler çok olurdu, özellikle de öğrencilerinden. Kabataş Lisesi’nde öğretmenlik yaparken, aralarında Hilmi Yavuz’un da olduğu bir grup öğrenciyle bir dergi çıkarmışlar. Öğrencilerinin sevdiği bir öğretmendi sanırım. Babam, kendisinden mektupla görüş isteyenlere de mutlaka cevap verir, şiire gönül vermiş gençlere hep destek olurdu.
Neler konuşulduğunu, nasıl bir ortam olduğunu hatırlıyor musunuz?
Ayşe Sarısayın: Şiir konuşulurdu tabii, ama o sıralar çocuk yaştaydık, bu konuların pek içinde değildik. Babamın bir şiir üzerinde çalışırken çok içine kapandığını, bazen günler boyunca gerekmedikçe odasından çıkmadığını hatırlıyoruz en çok... Şiir içine sinerek bittiğinde ise büyük bir keyifle aramıza katılırdı tekrar, genelde de anneme okurdu şiirini. Eve gelip giden gençler, öğrenciler ya da kendi kuşağından edebiyatçı arkadaşları, daha çok babamın odasında olurlardı. Bu nedenle konuşmalarına birebir tanık olamadık pek, ama dört bir yanı kitaplarla çevrili, edebiyatın, en çok da şiirin çok hissedildiği bir evde büyüdük.
Selma Necatigil: Kendisine bir şey sorduğumuzda, bir mısra ile cevap verirdi bazen. Ya da ‘Yazdık, falanca sayfada...’ derdi gülerek. Babamın öğrencileriyle ilişkilerine doğrudan tanık olmadık, ama tanıdığımız öğrencileri, ilişkilerinin iyi olduğunu söylüyorlar.

Yorumlar

Bu Ayın Öne Çıkanları

Anne Ne Yaptın - Cahit Sıtkı Tarancı

Beklenen şiiri – Necip Fazıl Kısakürek

Yerlerimiz - Hasan Hüseyin Korkmazgil

Ömer Hayyam'dan Seçme Dörtlükler

Türk Edebiyatında Alfabetik Ünlü Şairler Listesi

Osmanlı'da Şair Padişahlar ve Mahlasları, Divanları

2. Uluslararası Nazım Hikmet Şiir Ödülü Başvuruları Nasıl Yapılacak?

Pir Sultan Abdal Kimdir? Hayatı, Sanatı, Şiirleri

Merhaba - Yaşar Kemal

Altındağlı Bir Kıza Şiir – Adnan Yücel